Herkese merhaba! Bugün size ilk defa yayla maceramızdan bahsedeceğim. Ben ilk defa yaklaşık 5 yıl önce gelmiştim Karadeniz'e. Ailece bir hafta süren bir Karadeniz turuna katılmıştık. Tabi turla her istediğiniz yere gitmek mümkün olmuyor. Bizde haliyle belli başlı yaylalara çıkmıştık. Turdayken buranın havasının nemli ve genellikle yağmurlu olduğunu görünce karadeniz insanlarının havasından dolayı sinirli olduklarını düşünmüştüm. 5 yıl sonra buraya yaşamak için geleceğimi bilmeksizin yorum yapıp duruyordum işte:)
Emre ile ikimiz de doğma büyüme İstanbulluyuz. Temmuz ayına düğün tarihimizi aldıktan sonra Trabzon'a geleceğimizi öğrenince ikimiz de çok şaşırmıştık. Ama özellikle ben Karadeniz'in mis gibi yaylalarını düşündükçe 'ne var ki sadece 3 yıl' diye düşünerek mutlu olmaya başlamıştım. Tek problem gidebilmek için dağları aşmak gerekiyordu. O kadar çeyiz nasıl gidecekti? Evi nasıl tutacaktık? Trabzon'un hangi semtleri daha iyiydi? Tüm bu konularda en ufak bir fikrimiz dahi yoktu.
Tüm bu zorlu süreçleri Temmuz ayına kadar hallettik. Hatta Emre Mayıs ayında evi düzmek için geldiğimizde işe başlamıştı bile. Çeyiz serme faslı bittikten sonra tüm eşyalarımı ve evimi hatta Emre'yi de orada yalnız bırakıp ailelerle birlikte İstanbul'a dönmüştüm. Beni en çok da güzelim yemek takımlarımı Emre ile yalnız bırakmak üzdü. Neyse ki unutuvermiştim bile. Taa ki bir gün gecenin bir vakti Emre beni arayıp yemek takımlarının birisini kırdığını söyleyene kadar.. Yaklaşık 2 ay Emre yalnız yaşadı. Bu süre zarfında kamerayı açıp yemek yapmayı tarif ettim ona. Bende çok bildiğimden değil ya. Bir şekilde idare ettim işte. Derken beklenen gün geldi ve düğün için İstanbul'a geldi sevgili eşim:)
Düğün bitti,balayı geçti gitti. Geliverdik evimize. Herkesi,herşeyi ve tüm anılarımızı İstanbul'da bırakmıştık. Ailemiz, arkadaşlarımız.. Evlilik ve yepyeni bir şehirle birlikte bir süre yeniliklere alışmak için çalışmayı düşünmek istemedim. Yaz ayında evlendiğimiz için de başladık gezmeye.
Evimizi tutarken de maceralar peşimizi bırakmadı. Benim Trabzon'da eski bir arkadaşımın(Tuğçe) Emre ile birlikte aynı fakülte ve hatta aynı bölümde çıkması da ayrı tatlı bir tesadüf oldu. Biz İstanbul'da internetten evlere bakıp gelmiştik. Evi tutmak ve kalan tüm işleri halletmek için yalnızca 5 günümüz vardı. Tüm bu günlerimizde bizi yalnız bırakmayan, henüz sefasını süremeyen ama cefasını çok çeken sevgili arkadaşımız İrem Arkat'a da buradan ayrıca teşekkürü bir borç bilirim.(gülücük) Bir de Betül Tok var ki olamadığında bile yanımızda.(kalp)
Trabzon'un Akçaabat ilçesinde tuttuk evimizi. Biraz merkeze uzaktı ve insanlar bunu o kadar çok söyledi ki farklı şehirden ev tutmuşuz gibi hissettik. Çünkü burada ev ile iş arasında gidiş mesafesi yarım saat olunca insanlara çok uzak geliyor. Ama biz İstanbul'dan geldiğimiz için bize bu mesafe çok normaldi. Biraz da şehir kalabalığından uzak olmak istedik. Yıllarca İstanbul trafiği özellikle benim canıma tak etmişti. Sakinlik istemiştik,emekli kafası olsun dedik. Böylelikle ev sahibimizin emekli olunca yaşamak istediği evini tabii ki de biz tuttuk.
Gelirken de, buraya gelince de Emre ile aklımızda tek şey vardı. Gezmek,gezmek,gezmek. Karadeniz bitmezdi. Pek çok şehri ve mükemmel doğası vardı. İstanbul'a uzaktı ama olsun artık bizim gitmemiz yerine arkadaşlarımız ve ailemiz bizim yanımıza gelir,gezeriz diyorduk. Bu şekilde çok da güzel motive olmuştuk.
Yeni şehrimize ve evimize gelmemizin ardından sanıyorum bir iki hafta sonra hemen yakınlardaki yaylaları araştırmaya başlamıştık. Ufak ufak başlayalım dedik. Akçaabat ilçesine bağlı yaylaları araştırırken Hıdırnebi Yaylasına rastladık. Bizim evin balkonunun karşısındaki dağın tepesiydi galiba:) Bir cumartesi günü eve yakın diye öğlenden sonra çıktık yola. Tabii alışmışız İstanbul'dan yandex programlarına. Harita, Hıdırnebi Yaylası yolunu güncelledi. Bir süre gittikten sonra arabayla başladık hafif tırmanmaya. Amcanın biri yolumuzu kesti ve yöreye has şivesi ile bizi başka bir yola yönlendirdi.Geldiğimiz yolu aynen geri döndük.Yolumuzu epey bir uzattık. Ama manzara efsaneydi. Yan koltukta ben vardım,büyülenen. Direksiyonda Emre, virajlı yollarda gerilen. Diğer yaylalara göre yollar kaymak gibi desem cuk diye oturur. Arabada yan koltuğun keyfini sürerken ben, adlı çalışmalarımı görebilirsiniz.:)

Hıdırnebi Yaylası. Rakım:1600 metre. Her yıl 13-20 temmuz tarihleri arasında halkın 'Orak Yedisi' diye adlandırdığı yayla şenliklikleri yapılmakta. Biz bu yaylaya 28 Temmuz'da çıktığımız için şenlikleri kaçırdık. Ama takvimlere kaydettik.
Gördüğünüz gibi biz temmuz ayına güvenerek t-shirtler ile çıktık yaylaya. Siz siz olun böyle yapmayın. Yayla havaları acımasız olabiliyor. Yolu çıkarken manzara açık ve net şekilde görünüyordu. Ama ne zaman ki tam yaylaya vardık inanılmaz bir sis çöktü heryere. Geçer diye bekledik ama sisten önümüzü dahi göremez hale geldik.
Manzaramız tam olarak da başlarda yukarıdaki gibiydi. Öyle hiçbir şey göremiyorduk ki yaylada olmamıza rağmen 'acaba burası nasıl bir yayla diye' diye aramızda konuşup duruyorduk. Kısa da olsa yakaladığımız ilk fırsatta yürüyerek biraz gezdik. Burada konaklamanız için pek çok imkan var. Bungalovlardan oluşan alanlar, tezgahlardan oluşan bir alan,restaurantlar ve cafeler mevcut. İnsan eli değmemiş deyiminden biraz uzak kalmış. Yine de havası hiçbir şeye değişilmez.
Sisten dolayı çok fazla vakit geçiremeden hava da erken karardığı için dönme kararı alıyoruz. 'Hava kararmadan yaylalardan inmek' tavsiyelerini dikkate alıyoruz yani. Karadeniz'de yaşıyoruz ya artık. Hanimiş yağlar,ballar,organik yumurtalar,tereyağları.. Yaylalarda bulursunuz demişlerdi. Soruyoruz soruşturuyoruz ama nafile. Arkada inekleri gözümüzle görmesek inanacağız süt yok dediklerine. Sonra öğreniyoruz ki herkesin kendine kadar varmış:) Dönüş yolunda ufak bir yere rastlıyoruz yol kenarında. Son ihtimal olarak hadi buraya da soralım diyoruz. Temel amca karşılıyor bizi. Tereyağ olduğunu söylüyor ve bize çay koyuyor. Çayını içerken ettiğimiz sohbette bu şehre yeni geldiğimizi öğrenince hemen bize 'çay nasıl demlenir' dersini hızlandırılmış olarak veriyor. Gerçekten orada içtiğimiz çay inanılmaz güzeldi. Ayrıca hemen yeni bir bilgi geliyor, burada çayı süzgeçten geçirmeden içiyorlar ve buna böcekli çay diyorlar. Çay söylerseniz eğer süzgeçten geçirilmiş olsun lütfen, diye belirtmezseniz o çay böcekli geliyor:)
Temel amcadan tereyağımızı alıp eve dönüyoruz. Sisten dolayı pek birşey göremediğimiz için gezilecekler listesinde buraya tik atmıyoruz. Zaten evimizin yakını diyip buraya bir şans daha tanıyoruz yani. Yaylaya çıkarken yolda çekildiğimiz fotoğraflar da yanımıza kar kalıyor:)
Sevgiyle kalın:*
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder